Umut aradığımız ülke, tahtını kaybetmek üzere olan ve son
günlerini yaşayan Osmanlı İmparatorluğuydu. Surlarında çağların
imparatorlarının ayak izleri batan güneşe ağlar, denizinde çağların köpükleri
oynar. Etrafıma baktıkça “İstanbul ağlıyor!” diye haykırmak geliyordu içimden.
Sanki şehir, biz yurtsuzlardan daha çok ağlıyordu.
Hüzün kokan Boğaz kendisinin istemediği uzak tarihlerin
ihtirasından yorgun düşmüş. Bu dalgaların sesi ise bana yanlış yorumlanmış bir
şarkı gibi geldi. Bizler çulsuz ve yalnızız. Fısıldadım denize: “Herkesin
çarmıha gerildiği bir ülkeden geliyorum. Haberin var mı deniz; her yerde devrim
var devrilmeyenlere karşı. Benim düşüncelerimin teri kurursa, ussuz bir devrim
yapacağım. Ha geldi ha gelecek bahar. Yeşil yeşil ve şıkır şıkır baharın içinde
söylenecek özgürlük şarkıları…
İşte hepsi düş ve hepsi de hayata karşı kendimi haklı çıkarmaya
çalışan çıplak düşlerim.. Meğer düşler de yoruluyormuş. Onu şimdiden çok
özlemiştim ve yokluğuna nasıl katlanılır bilmiyordum. Tanrım, bana ödünç
verdiğin bir nefeslik yaşam üşüyor. Unutulmuş uykuların gecelerinde üşüyen
yüreğini ısıttığım kelimelerim donuyor. Nefesini öpüyorum evcilleşmeyen
acılarımla...