Emir Şekip Arslan

Emir Şekip Arslan


Ahmed es-Serebâsînin deyimiyle Osmanogullarindan daha fazla Osmanli olmak isteyen emîrül-beyân (belâgatin prensi) Sekip Arslan, 1869da Lübnanin Suveyfe köyünde, bir Dürzî ailenin çocugu olarak dünyaya geldi. Babasi düsük dereceli bir mahalli memur idi. Arslan Ailesi, Cebel-i Lübnanda Dürzî asiretlerinin en sereflilerinden kabul edilmekteydi. XX. yüzyilin baslarinda, ailenin bireylerinden kimi memur, kimi hariciyeci, kimi mebus, kimi de edip olmustur. Sekipin ailesi Dürzî kimligini birakip Islama dönerek Arap-Osmanli cemiyetinde isim yapti.

Büyük kardesi Nesib (öl. 1927) edebiyat çevresi içinde yer alip, Dünya Savasindan önce Ittihat ve Terakkinin faaliyetlerine karsi Arap protesto hareketine katildi. Küçük kardesi Adil Bey ise, Istanbulda edebiyat fakültesini bitirdikten sonra 1914-16 yillari arasinda Suf kaymakamligi, 1916-18 arasinda Osmanli Meclisinde mebusluk yapti. 1925-26da Suriyelilerin Fransizlara karsi verdigi bagimsizlik mücadelesine katildi. 1946-49 yillarinda Suriyenin ilk bagimsiz hükümetinde bakanlik yapti. 1954te öldü.


Sekip Arslan 1874te Beyrutta Medresetül-Hikme adindaki Maruni okuluna girdi. Sekip bu okulda edebiyata yöneldi; Arapça ve Farsçanin yani sira Fransizcayi da ögrendi. 1881de mezun oldu. 1886da (17 yasinda) ilk siir kitabi yayimlandi. Daha sonra Türkçeyi de ögrenmesi için Medrese-i Sultaniyeye gönderildi. Burada bir yil okudu (1887). Üniversiteye gidemediginden kendi kendisini yetistirmek durumunda kaldi.


Medrese-i Sultaniyede hocasi olan Abduhun etkisinde kaldi. Dersler disinda sohbetlerine de devam etti. Abduhun 1888de Misira dönmesi üzerine Sekip Arslan, Suveyfe nahiye müdürlügünü üstlendi. Bu görevi iki yil sürdürdükten sonra istifa etti. 1890-92 arasinda iki buçuk yil seyahat etti. Önce Kahireye giderek iki ay Abduhun misafiri oldu. Bu sirada Sad Zaglulla iliskide bulunmus, Ahmed Zekiyle dostluk kurmus, Hidiv Tevfik tarafindan kabul edilmis ve El-Ahram ve El-Müeyyede makaleler yazmistir.

Arkasindan, iki yil kalacagi Istanbula gitti. Maliye Bakani Hasan Fehmi ve Maarif Bakani Münif Pasanin çevresinde bulundu. 1892de, hayati boyunca emperyalist bir tehlike olarak görecegi Avrupaya (Paris, Londra) geçti. Ahmed Sevki Beyle tanisti. Ayni yil Istanbula tekrar döndü ve o siralarda Istanbula gelen Efgani ile görüstü.


Yine ayni yil Lübnana döndü. 1902ye kadar on yil siir yazdi, ilmi arastirmalar yapti, Kahire ve Beyrutun meshur gazetelerinde makaleler yayimladi. Enerjisini politikaya harcamis olmasaydi, Sevkinin yerine Arap dünyasinda emîrüs-suarâ (sairlerin sahi) olabilirdi. denilmektedir. El yazmasi klasik Islami eserleri inceledi, Chateaubriandin, Endülüs Müslümanlarini anlattigi Son Ibn Serrâcin Macerasi adindaki romanini çevirerek yayimladi.

1902-1907 yillari, siyaseti Arslan Ailesine itibar kaybettiren mutasarrif Muzaffer Beyle mücadeleyle geçti. Sekip, amcasi Mustafanin yerine kisa bir süre Suf kaymakamligi yaptiysa da mutasarrif Muzafferle rakip Canbulat Ailesinin baskilari yüzünden istifa etmek zorunda kaldi.


Jön Türklerin teskilat-i esasiye kanununu kabul ettirme çabalarini destekledi. Jön Türk hareketinin 1908deki basarisi üzerine, Sekip Arslan, Arslan Ailesinin Suftaki hakimiyetinin sembolü olan bu makama tekrar sahip oldu. Ancak onun arzusu kaymakamlik degil, Istanbulda Cebel-i Lübnani temsil etmek idi. Iki yil bu görevde kaldiktan sonra, mutasarrifla aralarinda geçen bir tartismadan dolayi istifa eti.

Güçlü bir padisahin gitmesine üzülmekle birlikte, Abdülhamidin tahttan indirilmesinden sonra kurulan yeni rejimi ve onun yabanci güçleri disari atma çabalarini desteklemekten geri kalmadi. Ona göre Osmanlinin yasamasi, askeriyenin yüksek görev kabiliyeti ile donanmasina bagliydi.


1911 Ekiminde, Libyayi isgal eden Italyan güçleriyle savasmaya gitti. Bir yilini asker, kurtarma elemani ve propagandaci olarak geçirdi. Samdaki Osmanli komutanligina bir plan sunarak, bir grup asker ve subayin Libya cephesine ayrilmasini basardi. Arslan komutasindaki ve Bedevi kiligindaki askerler Ingiliz kontrolündeki Misiri geçmeyi basardi. Ancak, El-Aristen ileri geçirilmeyerek, bir süre alikonulduktan sonra bir gemiyle Yafaya gönderildi.


Burada duramayan Arslan, bir gemiye binerek Misira geçti. 1912nin ilk aylarini Misir Kizilay Teskilatinda çalisarak geçirdi ve bu sirada, Hidiv Abbas Hilmi ile dostluk kurdu. 1912 Nisaninda Trablusgarpa gitti. Trablusgarpin müdafaasinda bulunamadiysa da Enver Pasanin dostlugunu kazandi. 1911-12 yillari arasinda El-Müeyyedde yayimladigi makalelerde Osmanli mefkûresine olan bagliligi ile Bati emperyalizmine duydugu düsmanligi ortaya koydu.


Osmanli kuvvetlerinin Trablusgarptan çekilecegini ögrendiginde Istanbula giderek, hükümeti Kuzey Afrikada savasmaya ikna etmeye çalistiysa da basarili olamadi. Ona göre Trablusgarpin çölleri savunulamazsa, Samin bahçeleri de savunulamazdi. Dünya Savasinin baslamasiyla birlikte, Arslan, Kizilayla Misir Yardimseverler Derneginin imkânlarini Balkan muhacirleri için seferber etti.


Trablusgarpin iç politik çekismeler yüzünden kaybedildigine, dolayisiyla güçlü bir hükümetin isbirligi ve birlesme programina ihtiyaci olduguna inanan Sekip Arslan, Babiâli Baskini sonrasinda kurulan yeni rejimi destekledi ve adeta onun sözcülügünü yapti. Yeni rejimin gayelerini Arap halklarina anlatma görevini üstlendi. 1913te, bu görevle Beyrut, Sam ve Kudüse gitti. Abdülaziz Çavisle Medineye bir propaganda gezisi yapti.


Ancak onun hareket noktasi, iç politika malzemesi olmadigi gibi, ideolojik yönleri agir basan sözcüler gibi, Osmanlicilik, Islamcilik, Türkçülük ve Arapçilik zihniyeti ile de bagdasmiyordu. Pratik bir mesaji vardi: Parçalanmis bir imparatorlugun Avrupaya yem olacagini. Arap ülkelerinin merkezlerinde Araplarla Türkler arasindaki bölünmenin çok garip ve de gereksiz oldugunu; imparatorluk mefkuresine siki sikiya sarilmak gerektigini; yabanci güçlerin, Türklerle Araplar arasinda anlasmazlik bulundugu kanaatini yayarak bu yolla kendi çikarlarina kapi araladiklarini; Osmanli topraklarini ele geçirip kolonilestirmek istediklerini savundu. Yine bu kaygiyla, Arap reformcularina saldirarak, Osmanlicilik fikri etrafinda birlesmek gerektigini ifade etti. Bu yüzden, basta Resid Riza olmak üzere pek çok kimsenin simseklerini üzerine çekti.

1913 yazinda, Ittihatçi hükümet tarafindan, Arap görüsünün dile getirilecegi ve uzlasma yollarinin aranacagi bir dizi konferansa katildi. Devleti tenkit etmeyi onu sabote etmek olarak algilayan Sekip Arslana göre, birlesik merkezi otorite, bölgesel otonomi anarsisinden daha iyiydi. Yine o, Abdülhamidin siyasetinin geçerliligine, bu siyasette yapilacak degisikliklerinse ancak bozgunla sonuçlanacagina inanmaktaydi.


Nisan 1914te, Havrandan mebus seçildi. Bu siralarda Suriyeye giden Cemal Pasanin siyasetinin, ailesinin hususi imtiyazlarini ortadan kaldirmasina ses çikarmadi. O, Avrupa gözetiminde ve Hiristiyan yönetimindeki bir özerk bölge yerine, Müslüman Osmanli Devletinin insani fazla sikmayan semsiyesi altinda yasamayi tercih ediyordu. Kanal hareketi sirasinda Dürzîlerden 120 kisilik bir gönüllü birligi olusturarak baslarina geçti.


1914-16 yillari arasinda Cemal Pasanin çevresinde yer aldi. Yüzlerce Arap soylusunun ve binlerce kisinin Kudüs ve Anadoluya sürülmesi, 1915-16da Arap liderlerinin idam edilmesi ve açliga karsi verilen savasin kaybedilmesi yüzünden, ilerleyen yillarda pek çok suçlamayla karsi karsiya kaldi. Ancak, anlasildigi kadariyla Sekip Arslan, olaylari elinden geldigince önlemeye çalismissa da basarili olamamistir.


1916 yazinda Beyrutta evlenen Sekip Arslan, o yilin sonlarinda Suriyeden ayrildi. Sonraki bir yilin büyük bir kismini, Istanbulda uluslararasi kuruluslarin Lübnana yardim etmelerini saglamak için hükümet ve meclis nezdinde mücadele ile geçirdi. 1917nin son çeyregiyle 1918 ortalarinda Enver Pasanin ricasiyla ve özel görevlerle Almanyaya gitti. Istanbula dönerken, yolda karsilastigi Istanbuldan kaçan bir grupla birlikte tekrar Berline döndü. Oradan Isviçreye geçerek, yirmi sekiz yil sürecek sürgün hayatinin ilk yilini burada geçirdi.


1919 yilinin büyük kismini Isviçrede geçiren Arslan, tekrar Berline döndü. Ittihat ve Terakkinin burada yasayan liderleriyle baglantiya geçti. Talat Pasanin yardimiyla, Berlindeki Müslümanlari biraraya getirmek için kurulan Sark Kulübüne baskan seçildi. 1921 Haziraninda Enverin istegiyle Moskovaya seyahat etti. Bu seyahat komünist sempatizani diye anilmasina sebep oldu.


1921 yazi sonlarinda, Cenevrede yapilan Suriye-Filistin Kongresi sekreterliginde bulundu. 1922 Mayisinda Cenovada, Mazlum Halklar Birligi Kongresine katilarak bir konusma yapti. Yine ayni yilin temmuzunda, Londrada, Milletler Cemiyetinin Suriye ve Filistin için alinan manda kararini tescil etmesini protesto etti. Agustos ayinda Romaya giderek Italyanlarin Milletler Cemiyetinde yardimini saglamaya çalisti.


1920 yilindan baslayarak, Arap meseleleriyle ilgili görüslerini içeren tebligler yayimladi; ki bunlarin en önemlisi, münferit Arap devletlerinin zaaflarini kapatmak üzere bir Arap Milletler Cemiyetinin kurulmasini istedigi 1923 tarihli tebligdi.


Ittihatçi liderlerin ortadan kalkmasiyla, Osmanlinin toparlanip ayaga kalkamayacagina inanan Sekip Arslanin, Türkiyede kurulan cumhuriyete karsi tepkisi, ilgisini Osmanli eyaleti olan Arap topraklarinin Avrupalilarca isgaline yöneltmek oldu. 1923 sonlarinda, Fransizlari Suriyeden atmak için ortak bir Türk-Arap cephesi kurmak amaciyla Istanbula gitti. Ancak Mustafa Kemal, Türkçe konusmayan bölgelerde Osmanli sinirlarini yeniden olusturma yönündeki istekleri kabul etmedi.

Bunun üzerine Arslan, Mersine yerleserek 1924ün ilk sekiz ayini burada geçirdi. 1924 ilkbaharinda, alti yildir göremedigi ailesiyle bulustu. Yaz sonlarinda ailesini orada birakarak, birkaç ayligina Avrupaya döndü. Isviçrede sürgün Arap liderleriyle temasa geçti ve Berlinde Alman yetkililerle görüstü. 1925 yili Ocak ayinda tekrar Mersine geldi. Sekiz ay daha kaldiysa da, siyasi-sosyal hiçbir faaliyette bulunamadigi bu sehre yerlesmeyi düsünmedi.


1925 yazinda, Suriyede Fransiz mandasina karsi isyan basladiginda, Kahire ve Avrupadaki sürgünler tarafindan, bir delegasyonun Milletler Cemiyeti nezdinde Suriyenin menfaatlerini temsil etmesi önerisinde bulunuldugunda, Arslan, bu sorumlulugu yüklenmek üzere Avrupaya dönmeye karar verdi ve Isviçrede sürekli ikamete basladi.


Bundan sonraki hayati, Arap-Islam ülkelerinin bagimsizligi mücadelesiyle geçen Sekip Arslan, 9 Aralik 1946da Beyrutta, geride onlarca degerli eser ve yüzlerce makale birakarak hayata gözlerini yumdu.

Göster:
Sırala:

Sürgünde Üç Ölüm

Enver, Talat ve Cemal Paşa...Osmanlı'nın son döneminde üstlendikleri etkin role karşın bu üç paşa ha..

110,00₺

E-Ticaret Sistemleri